GELİR TUZAĞI
Ekonomik büyüme, bir ülkenin refah seviyesini belirleyen en önemli göstergelerden biridir. Ancak bazı ülkeler, belirli bir gelir düzeyine ulaştıktan sonra bu büyüme ivmesini koruyamaz, üretim yapısını dönüştüremez ve uzun yıllar aynı gelir bandında sıkışıp kalır. İşte bu duruma “gelir tuzağı” denir. Türkiye gibi gelişmekte olan birçok ülke için de bu kavram, sadece ekonomik bir tanım değil, aynı zamanda kalkınma politikalarının geleceğini şekillendiren kritik bir uyarı niteliğindedir.
Gelir Tuzağının Anlamı ve Ortaya Çıkışı
Gelir tuzağı, temelde üç farklı aşamada incelenir: düşük gelir tuzağı, orta gelir tuzağı ve yüksek gelir tuzağı. Bir ülke kişi başına düşen milli gelirini artırmakta başarılı olsa bile, üretim yapısını ileri teknolojiye, katma değeri yüksek sektörlere kaydıramıyorsa bu tuzağa düşme riski artar. Özellikle orta gelir düzeyine ulaşmış ülkelerde bu durum sık görülür.
Düşük gelir grubundan orta gelir düzeyine geçiş genellikle sanayi yatırımları, ucuz işgücü ve dışa açık ticaret politikalarıyla mümkündür. Ancak orta gelir düzeyinden yüksek gelir düzeyine geçmek, artık yalnızca ucuz emek ya da ihracata dayalı büyüme stratejileriyle sağlanamaz. Çünkü bu aşamada verimlilik artışı, inovasyon, teknolojik kapasite ve insan sermayesinin niteliği belirleyici hale gelir.
Malezya, Brezilya, Meksika, Güney Afrika ve Türkiye gibi ülkeler yıllardır orta gelir bandında sıkışmış ekonomilerin klasik örnekleri arasında gösterilmektedir. Bu ülkeler, üretim yapısında yenilenme sağlayamadıkları için büyüme oranları bir süre sonra düşmekte, kişi başına gelir artışı da durmaktadır.
Türkiye’nin Gelir Tuzağıyla İmtihanı
Türkiye, 2000’li yılların başından itibaren ciddi bir ekonomik dönüşüm süreci yaşamış, kişi başına düşen geliri 10 bin dolar civarına kadar yükseltmeyi başarmıştır. Ancak sonrasında bu seviye kalıcı bir şekilde aşılamamış, ülke uzun süredir bu eşiğin çevresinde dalgalanan bir gelir seviyesinde kalmıştır.
Bu tablo, Türkiye’nin orta gelir tuzağına yaklaştığı yönündeki değerlendirmeleri güçlendirmektedir. Bunun temel nedenleri arasında üretim yapısının yeterince çeşitlenmemesi, katma değeri yüksek ürünlerin ihracat payının düşük kalması, Ar-GE harcamalarının yetersizliği ve beşerî sermayenin niteliksel olarak gelişmemesi sayılabilir.
Bir başka önemli unsur ise “verimlilik paradoksu” dur. Türkiye’de işgücü sayısı artarken, işgücü verimliliği aynı oranda yükselmemektedir. Eğitim sisteminin niteliği, mesleki beceri eksiklikleri ve sanayide teknolojik yenilenmenin yavaş ilerlemesi bu paradoksu derinleştirmektedir.
Kısır Döngü: Tüketim Ağırlıklı Büyüme Modeli
Gelir tuzağının en tehlikeli boyutlarından biri, büyüme modelinin yapısal olarak “tüketime dayalı” hale gelmesidir. Bir ekonomi, üretim ve ihracat kapasitesini artırmadan, sadece iç talep ve kredi genişlemesiyle büyümeye çalıştığında kısa vadede canlılık görülse de uzun vadede bu sürdürülemez.
Türkiye’de dönem dönem yaşanan yüksek büyüme oranları, çoğu zaman kredi artışı, inşaat yatırımları ve kamu harcamaları gibi unsurlardan kaynaklanmıştır. Ancak bu model, teknoloji yoğun üretim ya da sanayi verimliliği yaratmadığı için uzun vadede gelir artışını kalıcı kılamamaktadır.
Bu durumun sonucu olarak kişi başına gelir artmazken, gelir dağılımı adaletsizliği de büyümekte, sosyal refah algısı zayıflamaktadır. Dolayısıyla gelir tuzağı sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir sorundur.
Çıkış Yolu: Yapısal Reformlar ve İnsan Sermayesi
Gelir tuzağından çıkış, yalnızca ekonomik göstergelerle değil, zihniyet dönüşümüyle de mümkündür. Bu noktada en kritik faktörlerden biri insan sermayesinin niteliğidir. Eğitim sisteminde kaliteyi artırmadan, yenilikçi düşünmeyi ve problem çözme yeteneğini geliştirmeden, yüksek teknolojili üretim alanlarında kalıcı bir sıçrama beklemek gerçekçi değildir.
İkinci olarak, Ar-GE ve inovasyon ekosisteminin güçlendirilmesi gerekir. Sadece teknoloji ithal eden değil, teknoloji üreten bir ekonomiye dönüşmek, gelir tuzağından kurtulmanın ön koşuludur. Bunun için kamu desteklerinin etkinleştirilmesi, üniversite-sanayi iş birliklerinin güçlendirilmesi ve girişimcilik kültürünün teşvik edilmesi önem taşır.
Üçüncü olarak, kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi gelir tuzağının aşılmasında belirleyici rol oynar. Şeffaflık, öngörülebilirlik, hukukun üstünlüğü ve etkin kamu yönetimi, yatırım ortamının kalitesini doğrudan etkiler. Siyasi istikrar ve güçlü kurumlar, uzun vadeli yatırımların önünü açar.
Son olarak, yeşil ve dijital dönüşüm, günümüz dünyasında yeni bir kalkınma eşiği oluşturuyor. Enerji verimliliği, sürdürülebilir üretim, dijital teknolojilerin yaygın kullanımı ve çevre dostu yatırımlar, yüksek katma değer yaratma potansiyeli taşıyor. Bu alanlara odaklanan ülkeler, gelir tuzağını aşarak yeni büyüme modelleri geliştirebiliyor.
Sonuç: Yeni Bir Kalkınma Hikâyesi Yazmak
Gelir tuzağı, bir ülkenin geleceğini gölgeleyen sessiz bir engeldir. Ancak bu engel, kararlılıkla yürütülen yapısal reformlarla aşılabilir. Türkiye gibi genç nüfusa, stratejik coğrafi konuma ve güçlü girişimcilik potansiyeline sahip bir ülke için, bu tuzaktan çıkış mümkündür.
Önemli olan, kısa vadeli büyüme hedeflerinden ziyade uzun vadeli refahı önceleyen bir kalkınma vizyonu oluşturmak; eğitim, teknoloji, üretim ve kurumsal kalite arasında sağlam bir denge kurmaktır.
Eğer Türkiye, üretim yapısını bilgi ve inovasyon temelli bir modele dönüştürebilirse, sadece gelir tuzağından kurtulmakla kalmaz, aynı zamanda küresel ekonomide söz sahibi bir aktör haline gelir. Gerçek kalkınma, gelir rakamlarının ötesinde; insanın potansiyelini en verimli biçimde değerlendirebildiği bir ekonomik yapıyı inşa edebilmekte yatar.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar

