İÇ TASARRUF ORANI

Bir ekonominin istikrarını ve sürdürülebilir büyümesini belirleyen en temel göstergelerden biri, iç tasarruf oranıdır. Bu oran, bir ülkenin kendi kaynaklarıyla ne ölçüde yatırım yapabildiğini, dış borca ne kadar bağımlı olduğunu ve krizlere karşı ne kadar dayanıklı kalabildiğini anlamamızda kritik bir rehber işlevi görür. Ancak çoğu zaman kamuoyunda fazla dikkat çekmeyen bu gösterge, aslında ekonomik bağımsızlığın en sessiz ama en güçlü yapıtaşlarından biridir.

Tasarrufun Ekonomideki Rolü

İç tasarruf oranı, bireylerin, şirketlerin ve kamunun gelirlerinden ne kadarını tüketime değil, geleceğe yatırım amacıyla biriktirdiğini gösterir. Bu oran ne kadar yüksekse, ülkenin büyüme potansiyeli de o kadar güçlü olur. Çünkü yatırımların finansmanı için gereken kaynaklar, dış borçlanmadan ziyade ülke içinde sağlanabilir.

Ekonomik teoriler açısından bakıldığında, tasarruf-yatırım dengesi büyümenin motorudur. Harcamaların kısa vadeli tüketim yerine uzun vadeli üretim alanlarına yönelmesi hem sermaye birikimini artırır hem de teknolojik gelişmeleri destekler. Böylece verimlilik artışı sağlanır, kişi başına düşen gelir yükselir, toplumsal refah güçlenir.

Türkiye açısından iç tasarruf oranı, uzun yıllardır yapısal bir zayıflık olarak dikkat çekiyor. OECD ortalamasının altında seyreden bu oran, yatırım talebinin önemli bir kısmının dış kaynakla finanse edilmesine neden oluyor. Bu da küresel sermaye hareketlerindeki dalgalanmalara karşı kırılganlık yaratıyor. Dış finansman akışı azaldığında veya faiz oranları yükseldiğinde, büyüme hızının aniden yavaşlaması işte bu yüzden oluyor.

Tüketim Kültürü ve Tasarruf Davranışı

Son otuz yılda yaşanan hızlı kentleşme, kredi genişlemesi ve yaşam tarzlarındaki dönüşüm, bireysel tasarruf eğilimlerini önemli ölçüde değiştirdi. Artık gelirlerin önemli bir bölümü, geleceğe yatırım yerine bugünü yaşama arzusuna yönelmiş durumda. Kredi kartları, tüketici kredileri ve dijital alışveriş kolaylıkları, kısa vadeli refah hissini artırırken uzun vadeli mali dayanıklılığı zayıflatıyor.

Oysa sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma için bireylerin ve hane halklarının tasarruf bilincine sahip olması hayati önemdedir. Bu yalnızca ekonomik bir tercih değil, aynı zamanda kültürel bir meseledir. Japonya, Güney Kore ya da Almanya gibi ülkelerin başarısında, yüksek tasarruf eğiliminin toplumsal bir değer olarak içselleştirilmesi büyük rol oynamıştır. Türkiye’de de benzer bir bilinçlenme sürecinin desteklenmesi gerekiyor.

Kamusal ve Kurumsal Tasarrufun Önemi

Tasarruf sadece bireylerin değil, kamu kurumlarının ve şirketlerin de sorumluluğundadır. Kamu maliyesinde disiplinin sağlanması, gereksiz harcamaların azaltılması ve bütçe açıklarının kontrol altında tutulması, kamu tasarruflarını artırmanın temel koşullarıdır.

Özel sektör açısından ise, şirketlerin kısa vadeli kâr hedefleri yerine uzun vadeli sermaye birikimi ve inovasyona yönelmeleri, kurumsal tasarrufların güçlenmesini sağlar. Yatırım yapılacak alanların verimlilik, ihracat kapasitesi ve istihdam yaratma potansiyeline göre seçilmesi, ülke kaynaklarının etkin kullanımına katkı verir.

Türkiye’de kamusal tasarrufların son yıllarda zaman zaman azaldığı, sosyal harcama ve altyapı yatırımlarındaki artışla birlikte bütçe açığının büyüdüğü görülüyor. Bu durum, kamu finansmanı açısından dikkatli bir denge yönetimini zorunlu kılıyor. Kısa vadeli refah artırıcı politikalar ile uzun vadeli mali sürdürülebilirlik arasındaki çizginin korunması, ekonomik istikrarın temelidir.

Yatırım-Tasarruf Dengesinde Dışa Bağımlılık Riski

İç tasarruf oranının düşük olması, yatırımların finansmanında dış kaynaklara olan bağımlılığı artırır. Türkiye gibi cari açığı kronik hale gelen ülkelerde bu durum, döviz kurları, faiz oranları ve dış ticaret dengesi üzerinde doğrudan baskı yaratır. Dış borçla finanse edilen büyüme, kısa vadede yüksek hızla ilerlese de uzun vadede kırılgan ve sürdürülemez bir yapı ortaya çıkarır.

Bu nedenle iç tasarruf oranının artırılması, sadece ekonomik değil, aynı zamanda stratejik bir meseledir. Çünkü tasarruflar arttıkça, ülke ekonomisi kendi kaynaklarıyla büyüme kapasitesini geliştirir, dış şoklara karşı daha dirençli hale gelir ve ulusal ekonomik egemenliğini pekiştirir.

Tasarrufu Teşvik Eden Politikalar

Tasarruf oranını artırmak, yalnızca bireylerin kararlarıyla değil, kapsamlı bir ekonomik politika setiyle mümkündür. Vergi teşvikleri, uzun vadeli mevduat ürünlerine faiz avantajları, bireysel emeklilik sistemine katkılar gibi uygulamalar, tasarrufu cazip hale getirebilir.

Ayrıca, finansal okuryazarlığın geliştirilmesi ve hane halkı gelirlerinin istikrarlı hale getirilmesi de tasarruf eğilimini destekler. Enflasyonun düşürülmesi ve makroekonomik güvenin sağlanması, insanların geleceğe dair güven duymasını ve birikim yapma isteğini artırır.

Dijital bankacılığın yaygınlaşması ve mikro tasarruf araçlarının geliştirilmesi de bu alanda önemli fırsatlar sunuyor. Günlük harcama alışkanlıklarını dönüştüren teknolojiler, küçük birikimlerin sistematik olarak yatırım araçlarına yönelmesini kolaylaştırıyor. Böylece, mikro ölçekte başlayan tasarruflar, makro düzeyde güçlü bir sermaye birikimine dönüşebiliyor.

Sonuç: Geleceği İnşa Etmenin Temeli

İç tasarruf oranı, bir ülkenin geleceğini kendi elleriyle inşa etme kapasitesini gösterir. Dış kaynakla büyüyen bir ekonomi, her zaman dış koşullara bağımlıdır; oysa kendi birikimleriyle yatırım yapan bir ülke, bağımsızlığını ve istikrarını korur.

Bugünün tüketim alışkanlıkları, yarının üretim gücünü belirler. Bu nedenle, iç tasarruf oranını yükseltmek sadece bir ekonomik hedef değil, aynı zamanda toplumsal bir bilinç ve ulusal strateji meselesidir.

Türkiye’nin uzun vadeli refahını kalıcı kılmanın yolu, iç tasarrufları artırarak dışa bağımlılığı azaltmaktan geçiyor. Çünkü güçlü bir ekonomi, önce kendi geleceğine yatırım yapabilen bir toplumun ürünüdür.

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist-Yazar

Zaferozcivan59@gmail.com