İNSAN ODAKLI EKONOMİ MODELİ
Ekonomik kalkınma kavramı uzun yıllar boyunca yalnızca üretim, yatırım ve büyüme rakamlarıyla ölçüldü. Gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) artışı bir ülkenin refah göstergesi olarak kabul edilirken, bu büyümenin kimler için, hangi koşullarda ve ne kadar adil bir şekilde gerçekleştiği çoğu zaman göz ardı edildi. Ancak 21. yüzyılın ikinci çeyreğine girerken, “insan odaklı ekonomi” anlayışı hem teorik hem de politik düzlemde giderek daha fazla kabul görüyor. Bu yeni yaklaşım, ekonomiyi yalnızca bir üretim sistemi değil; insanın onuruna, refahına, sosyal adaletine ve sürdürülebilir yaşamına hizmet eden bir bütün olarak yeniden tanımlıyor.
Büyümeden Refaha: Ekonominin Merkezine İnsan
İnsan odaklı ekonomi modeli, kalkınmanın nihai amacını büyüme oranlarından çok, insanın yaşam kalitesinde ölçer. Bu anlayışta temel soru “Ekonomi ne kadar büyüyor?” değil, “İnsanlar bu büyümeden ne kadar faydalanabiliyor? ” dur. Çünkü bir ülke yüksek büyüme oranlarına ulaşsa bile, eğer gelir dağılımı adaletsiz, sosyal hizmetler yetersiz, eğitim ve sağlık gibi temel alanlarda fırsat eşitsizliği varsa, bu büyüme toplumun bütününü kapsayan bir kalkınmaya dönüşmez.
Bu noktada Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) geliştirdiği İnsani Gelişme Endeksi (İGE), insan odaklı ekonominin ölçümünde önemli bir referans olmuştur. İGE, ekonomik göstergelerin yanı sıra eğitim düzeyi, yaşam süresi ve gelir dağılımı gibi insani faktörleri bir arada değerlendirir. Bu yaklaşım, ekonomik performansı yalnızca “ne kadar ürettik” sorusuna değil, “nasıl yaşadık” sorusuna da yanıt arar.
Türkiye açısından da bu model giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Nüfus yapısının genç ve dinamik olması, üretim kapasitesinin artırılmasında potansiyel sunarken, bu potansiyelin insan odaklı politikalarla desteklenmemesi durumunda işsizlik, gelir eşitsizliği ve sosyal dışlanma gibi sorunlar derinleşebilir. Dolayısıyla, insanı merkeze alan bir ekonomi politikası, sadece sosyal adaletin değil, aynı zamanda sürdürülebilir büyümenin de temelini oluşturur.
Emeğin Niteliği ve Sosyal Değerin Yeniden Tanımı
İnsan odaklı ekonominin bir diğer önemli boyutu, emeğin yalnızca bir üretim faktörü değil, aynı zamanda toplumsal varoluşun temel unsuru olarak görülmesidir. Klasik ekonomi modelleri emeği maliyet unsuru olarak değerlendirirken, insan merkezli yaklaşım emeği “değer yaratan” ve “sosyal bütünlüğü güçlendiren” bir unsur olarak ele alır.
Bu çerçevede ücret politikaları, iş güvenliği, çalışma koşulları ve mesleki eğitim olanakları yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda etik bir sorumluluk alanı haline gelir. İnsan odaklı bir ekonomide “verimlilik” sadece üretim çıktısı üzerinden değil, çalışanların memnuniyeti, yaratıcı potansiyelleri ve psikolojik refah düzeyleriyle birlikte değerlendirilir.
Özellikle dijital dönüşüm çağında, yapay zekâ ve otomasyonun istihdam yapısını dönüştürdüğü bir dönemde, insan odaklı ekonomi modeli “insanın yerine değil, insanla birlikte” üretim mantığını savunur. Teknolojik yeniliklerin amacı, emeği değersizleştirmek değil, insanın yaratıcılığını desteklemek olmalıdır.
Kapsayıcı Büyüme ve Sosyal Sermayenin Gücü
Bir ekonominin gerçek gücü, yalnızca sermaye birikiminde değil, toplumun bütün kesimlerinin bu büyümeden pay alabilme kapasitesinde yatar. İnsan odaklı ekonomi modeli bu nedenle “kapsayıcı büyüme” kavramına dayanır. Kadınların, gençlerin, engellilerin ve kırılgan toplumsal grupların ekonomik yaşama katılımı bu anlayışta bir seçenek değil, zorunluluktur.
Bu çerçevede sosyal sermaye –yani toplumun güven, dayanışma ve ortak değer üretme kapasitesi– ekonomik sermaye kadar belirleyici hale gelir. Toplumun kendi içinde geliştirdiği sosyal dayanışma ağları, gönüllülük faaliyetleri ve yerel ekonomik girişimler, insan odaklı ekonominin doğal uzantılarıdır. Böyle bir modelde “kâr” kavramı yalnızca finansal değil, toplumsal fayda üretimiyle de tanımlanır.
Eğitim, Sağlık ve Sosyal Politikalar: İnsan Sermayesinin Temeli
İnsan odaklı bir ekonomi, yalnızca üretim sürecinde değil, eğitim ve sağlık politikalarında da derin bir dönüşümü gerektirir. İnsan sermayesi kavramı, bu modelin merkezinde yer alır. Çünkü üretimin kalitesi, doğrudan bireylerin bilgi, beceri ve motivasyon düzeyiyle ilişkilidir.
Nitelikli eğitime erişimin eşit hale getirilmesi, erken yaşta eğitime yatırım yapılması, yaşam boyu öğrenme sistemlerinin kurulması insan odaklı kalkınmanın ön koşullarıdır. Benzer şekilde, kamusal sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi, bireyin yalnızca hastalandığında değil, sağlıklı yaşam sürmesi için desteklenmesi gereklidir.
Bu yaklaşımla tasarlanan bir ekonomik sistem, kısa vadeli büyüme oranlarına değil, uzun vadeli toplumsal dayanıklılığa odaklanır. Çünkü bir ülkenin en büyük zenginliği, doğal kaynakları ya da sanayi üretimi değil, sağlıklı, eğitimli ve motive insan gücüdür.
Yeni Denge: Ekonomi, Toplum ve Çevre
İnsan odaklı ekonomi modeli, yalnızca toplumsal değil, çevresel sürdürülebilirliği de kapsar. İnsanın refahı, yaşadığı çevreden bağımsız değildir. Bu nedenle model, “yeşil ekonomi” ve “döngüsel üretim” ilkeleriyle uyumlu çalışır. Enerji verimliliği, kaynakların adil kullanımı ve çevre dostu üretim politikaları insan merkezli yaklaşımın ayrılmaz parçalarıdır.
Bu bütünsel bakış açısı, ekonomik büyümenin çevresel tahribat pahasına olmaması gerektiğini savunur. Aksi halde, bugün elde edilen ekonomik kazançlar, yarının yaşam koşullarını tehlikeye atabilir.
Sonuç: İnsanı Korumak, Ekonomiyi Güçlendirmektir
Sonuç olarak, insan odaklı ekonomi modeli, klasik büyüme paradigmasını aşan bir anlayıştır. Ekonomiyi insan için, insanla birlikte tasarlar. Üretim, tüketim ve yatırım politikalarının nihai amacı, toplumsal refahın kalıcı biçimde artmasıdır.
Bu yaklaşım, ekonomiyi bir araç, insanı ise amaç olarak görür. Kısacası, insanı korumak ekonomiyi güçlendirmektir. Çünkü ekonomik kalkınma, insan onuruna, adaletine ve özgürlüğüne hizmet ettiği sürece gerçek anlamına ulaşır.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar

