TÜRKİYE’DE ENGELLİ HAKLARI

Türkiye’de engelli hakları meselesi, yalnızca sosyal politikanın teknik bir alanı değil; aynı zamanda toplumsal vicdanın aynası, devletin eşitlik anlayışının turnusol kâğıdıdır. 2005’te kabul edilen Engelliler Hakkında Kanun, 2010’da hayata geçirilen anayasal eşitlik güvenceleri ve 2009’da imzalanan BM Engelli Hakları Sözleşmesi, kuşkusuz önemli dönüm noktalarını oluşturuyor. Ancak tüm bu hukuki çerçeveye rağmen, birçok engelli vatandaşın gündelik yaşamı, hâlâ erişilemeyen kaldırımlar, istihdama kapalı kapılar ve eğitimde süregelen görünmez bariyerlerle şekilleniyor. Bugün Türkiye’de engelli haklarını konuşmak, yalnızca mevcut uygulamaları değerlendirmek değil aynı zamanda bu ülkenin gerçek anlamda kapsayıcı bir toplum olup olamayacağını tartışmak demektir.

Görünmeyen Eşitsizlikler: İstatistiklerin Anlattığı Gerçek

Türkiye’de engelli nüfusu yaklaşık 5 milyonun üzerinde tahmin ediliyor. Bu oran; hareket kısıtlılığı olan bireylerden görme, işitme, zihinsel veya ruhsal engeli bulunan vatandaşlara kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Ancak sayıların ötesinde, engelli bireylerin günlük hayatta karşılaştığı en temel sorun “görünmezlik” olarak öne çıkıyor. Sosyal politikanın merkezinde yer alması gereken bu grubun, çoğu zaman toplum içinde yeterince temsil edilmediği, haklarının ise yalnızca özel günlerde hatırlandığı açık.

Eğitimden istihdama, sosyal yaşamdan dijital erişilebilirliğe kadar pek çok alanda hâlâ önemli boşluklar mevcut. Üniversiteye kadar giden eğitim hayatında engelli öğrencilerin erişilebilir materyal, uygun fiziki koşullar ve destek mekanizmalarına erişimi her zaman eşit değil. Kamu binalarında erişilebilirlik standartları uzun yıllardır yasal zorunluluk olmasına rağmen, yapılan denetimlerin kararların arkasında kalması, uygulamada gecikmelere sebep oluyor.

İstihdam cephesinde ise daha derin bir tablo var: Engelli kontenjanı uygulaması uzun süredir yürürlükte olsa da özel sektörün bu konuda hâlâ gönülsüz davrandığını görmek mümkün. Engelli bireylerin iş başvurularında karşılaştığı önyargılar, yalnız biçimsel düzenlemelerle aşılabilecek türden değil; zihniyet dönüşümü gerektiriyor.

Erişilebilirlik: Bir Lüks Değil, Bir Hak

Bugün Türkiye’de engelli bireylerin en çok dile getirdiği sorunların başında “erişilebilirlik” geliyor. Bir parkın merdivensiz girişinin olmaması, bir kaldırımı işgal eden araçlar, toplu taşımada yetersiz düzenlemeler ya da web sitelerinin görme engelliler için tasarlanmamış olması, aslında temel bir insan hakkının ihlal edildiğini gösteriyor.

Erişilebilirlik; yalnızca rampalar, asansörler veya geniş kapılar demek değildir. Aynı zamanda dijital hizmetlerin sesli betimlemeyle kullanılabilir olması, kamu duyurularının işaret diliyle desteklenmesi, görsel materyallerin alternatif metinlerle hazırlanması anlamına gelir. Modern dünya, engelli haklarını yalnızca fiziksel değil aynı zamanda dijital özgürlükler bağlamında da ele alırken, Türkiye’nin de bu dönüşüme ayak uydurması bir gereklilik haline gelmiştir.

Örneğin kamu kurumlarında yapılan işlemlerin pek çoğu artık çevrimiçi yürütülüyor. Bu süreçte ekran okuyucularla uyuma sahip olmayan portallar, görme engelli bir vatandaş için hizmete erişimi neredeyse imkânsız hâle getiriyor. Dolayısıyla erişilebilirlik, yalnızca kent planlamasının bir parçası değil; dijital dönüşüm politikasının da temel sütunlarından biri olmak zorunda.

Toplumsal Tutumlar: En Zor Değişen Bariyer

Engelli hakları konusunda yasal düzenlemeler çok önemli olsa da en zor değişenin “toplumsal önyargılar” olduğu gerçeği yadsınamaz. Engelli bireylerin toplum içinde hâlâ yardım nesnesi olarak görülmesi, birey olarak varlıklarının yeterince kabul edilmemesi, fırsat eşitliğini kökten etkiliyor.

Bugün Türkiye’de engellilik hâli çoğu kez bir “acınma” duygusuyla ilişkilendiriliyor. Oysa modern sosyal politika anlayışı engelliliği bir “eksiklik” değil, çeşitlilik ve eşit yurttaşlık meselesi olarak ele alır. Engelli bir bireyin üniversitede akademik başarı elde etmesi, sahnede sanatını icra etmesi, iş dünyasında liderlik yapması veya siyasal hayatta aktif rol alması şaşılacak bir durum değil; yalnızca fırsat eşitliğinin doğal sonucudur.

Bu nedenle toplumsal tutumların değiştirilmesi, eğitim çağında başlamalıdır. Okullarda engellilik farkındalığını geliştiren dersler, kampanyalar, ortak sosyal etkinlikler ve kapsayıcı müfredatlar bu dönüşümün anahtarı olabilir. Türkiye’de son yıllarda bu alanda adımlar atılıyor ancak yaygınlık hâlâ sınırlı.

Devlet Politikaları: Eksikler, İlerlemeler ve Yeni Yol Haritası

Türkiye’de engelli hakları alanında devletin sunduğu pek çok destek mekanizması var: bakım maaşları, evde bakım hizmetleri, erişilebilirlik denetimleri, istihdam teşvikleri, özel eğitim destekleri ve ulaşım kolaylıkları bunlardan yalnızca bazıları. Ancak bu desteklerin niteliği ve kapsamı, ihtiyaçların karmaşıklığına göre hâlâ yetersiz kalıyor.

Örneğin evde bakım maaşı önemli bir destek olsa da bakım yükünün tamamen kadınların omzuna bırakılması, sosyal devletin aile içindeki emeği nasıl konumlandırdığı sorusunu gündeme getiriyor. Benzer şekilde özel eğitim kurumlarına sağlanan destek, aileler için önemli bir yükü hafifletse de eğitim kalitesindeki farklılıklar hâlâ büyük bir sorun olarak duruyor.

Türkiye’nin yeni dönem engelli politikalarının odağı, “kurumsal bakım yerine bağımsız yaşamı destekleyen modeller” olmalıdır. Avrupa’da uygulanan kişisel bütçe sistemi, bireyin kendi hizmet sağlayıcısını seçmesine olanak tanıyarak hem özgürlüğü hem de yaşam kalitesini artırıyor. Bu tür modeller Türkiye’de de tartışılmalı.

Engelli Bireylerin Söz Hakkı: Politikanın Özneleri Kimler?

Engellilik politikaları çoğu zaman engelli bireylerin katılımı olmadan şekilleniyor. Oysa kapsayıcı politika yapımının en temel şartı, karar süreçlerine doğrudan kullanıcıların dahil edilmesidir. Engelli dernekleri ve federasyonları, son yıllarda giderek daha aktif bir rol oynuyor; ancak bu katılımın kurumsal mekanizmalara entegre edilmesi gerekiyor.

Her belediyede Engelli Meclisi uygulamasının güçlendirilmesi, merkezi yönetimde engelli bireylerin danışma organlarında daha görünür hâle gelmesi, politikaların etkinliğini artırabilir. Engelli hakları savunucularının uzun süredir söylediği gibi: “Biz olmadan bizim için hiçbir şey.”

Sonuç: Engelsiz Bir Türkiye Mümkün Mü?

Engelli hakları, bir ülkenin gelişmişlik düzeyi kadar adalet anlayışını da gösteren temel göstergelerden biridir. Türkiye, hukuki düzenleme bakımından önemli adımlar atmış olsa da hayata geçirilen uygulamalar hâlâ toplumun her alanına eşit şekilde yansımamış durumda. Erişilebilirlikteki eksikler, istihdamdaki önyargılar ve eğitimdeki uyumsuzluklar, engelli bireylerin günlük yaşamını belirgin şekilde etkiliyor.

Ancak tüm bu tabloya rağmen, güçlü bir toplumsal dönüşüm iradesiyle kapsayıcı bir Türkiye elbette mümkündür. Bunun yolu da yalnızca devletin değil, toplumun tüm kesimlerinin ortak sorumluluk üstlenmesinden geçiyor. Kısacası mesele, engelli bireylerin topluma uyum sağlaması değil; toplumun kendi eşitsizlik duvarlarını yıkabilmesidir.

Engellilik bir kader değil; eşit yurttaşlık hakkının doğal bir parçasıdır. Ve gerçek anlamda engelsiz bir Türkiye, ancak bu anlayış gündelik yaşamın her alanına yerleştiğinde mümkün olacaktır.

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist-Yazar

Zaferozcivan59@gmail.com