SERMAYENİN KALICILIĞI

Ekonomik sistemlerin sürdürülebilirliği, yalnızca sermayenin büyüklüğüne değil, aynı zamanda bu sermayenin kalıcılığına da bağlıdır. Bir ekonomide sermayenin kalıcılığı, yatırımların sürekliliğini, üretim kapasitesinin korunmasını ve finansal kaynakların ülke içinde uzun vadeli biçimde tutulmasını ifade eder. Başka bir deyişle, sermayenin kalıcılığı; bir ekonominin kısa vadeli dalgalanmalara rağmen üretim, istihdam ve rekabet gücünü koruyabilme kapasitesidir. Bu kavram, özellikle küresel finansal hareketliliğin arttığı, sermayenin ülkeler arasında saniyeler içinde yer değiştirebildiği bir çağda stratejik önem taşımaktadır.

Sermayenin doğası ve hareketliliğin etkisi

Sermaye, tarihsel olarak üretim sürecinin en dinamik unsurudur. Ancak günümüzde bu dinamik, fiziksel yatırımlardan ziyade finansal akımlar üzerinden şekillenmektedir. Kısa vadeli kazanç arayışıyla hareket eden portföy yatırımları, “sıcak para” olarak tanımlanan sermaye hareketlerinin temelini oluşturur. Bu tür sermaye girişleri, finansal piyasaları kısa sürede canlandırsa da aynı hızla çıkış yaptıklarında ekonomilerde ciddi kırılganlıklar yaratabilir. 1997 Asya Krizi, 2001 Türkiye krizi ve 2008 Küresel Finans Krizi bu durumun çarpıcı örnekleridir.

Sermayenin kalıcılığını sağlayamayan ekonomiler, üretim yatırımlarının yerini spekülatif kazanç arayışına bırakarak sürdürülebilir büyüme zeminini kaybeder. Buna karşılık kalıcı sermaye yatırımları; istihdam yaratır, teknolojik kapasiteyi artırır ve uzun vadeli üretim zincirlerini güçlendirir. Dolayısıyla bir ülkenin ekonomik başarısı, yalnızca “ne kadar sermaye çektiğiyle” değil, “çektiği sermayeyi ne kadar tutabildiğiyle” ölçülmelidir.

Kalıcılığı belirleyen unsurlar: Güven, istikrar ve verimlilik

Sermayenin kalıcılığı öncelikle ekonomik güven ile başlar. Güven, yatırımcının geleceğe ilişkin öngörülerinde istikrar bulması demektir. Bu nedenle makroekonomik istikrar, öngörülebilir vergi politikaları, düşük enflasyon ve sağlam bir hukuk sistemi kalıcı sermaye için temel koşullardır. Sermaye, belirsizliğe tahammül etmez; kur riski, ani politika değişiklikleri ya da kurumsal zayıflıklar yatırımcıyı uzaklaştırır.

İkinci önemli unsur politik istikrardır. Siyasi kararların uzun vadeli bir vizyonla alınması, reformların sürekliliği ve kurumlar arası koordinasyonun güçlendirilmesi, sermayenin kalıcılığı açısından kritik rol oynar. Kısa vadeli siyasi kazançlar uğruna sık değişen ekonomi politikaları, yabancı sermaye kadar yerli yatırımcıların da güvenini zedeler.

Üçüncü olarak verimlilik ve yenilik kapasitesi devreye girer. Sermaye, yalnızca ucuz işgücüyle değil, üretim süreçlerindeki yenilik ve verimlilikle ülkede kalıcı hale gelir. Katma değeri yüksek üretim yapan, Ar-GE faaliyetlerini destekleyen, nitelikli işgücüne yatırım yapan ekonomiler, sermayeyi uzun vadeli olarak çekme ve tutma potansiyeline sahiptir.

Kısa vadeli sermayeden uzun vadeli sermayeye geçiş

Günümüzde birçok gelişmekte olan ülke, sermaye girişlerini hızla artırmak için yüksek faiz politikaları ya da kısa vadeli teşvikler uygulamaktadır. Ancak bu tür politikalar, sermayeyi uzun süre tutmak yerine geçici bir sermaye bolluğu yaratır. Bu geçici bolluk, kurun yapay biçimde değer kazanmasına, ithalatın artmasına ve dış ticaret dengesinin bozulmasına yol açar. Sermaye çıkışları başladığında ise ekonomide ani daralmalar yaşanır.

Buna karşılık doğrudan yabancı yatırımlar (DYY), yani fabrika kurma, üretim tesisi açma veya teknoloji transferi içeren yatırımlar, sermayenin kalıcılığını güçlendirir. Çünkü bu tür yatırımlar yalnızca finansal değil, aynı zamanda fiziksel ve beşerî sermaye bileşenleriyle ülkeye bağlanır. Dolayısıyla sermayenin kalıcılığını artırmak isteyen ülkeler, finansal istikrar kadar reel yatırım ortamını da güçlendirmek zorundadır.

Türkiye açısından değerlendirme

Türkiye, son 40 yılda önemli ölçüde dış sermaye çekmeyi başarmış bir ülkedir. Ancak sermaye girişlerinin niteliği, kalıcılık açısından sorgulanması gereken bir konudur. Uzun yıllar boyunca portföy yatırımları, kısa vadeli borçlanmalar ve sıcak para akımları Türkiye ekonomisinde belirleyici olmuştur. Bu yapı, ekonomik büyümeyi hızlandırsa da kırılgan bir denge yaratmıştır.

Kalıcı sermayeyi güçlendirmek için Türkiye’nin öncelikle yüksek katma değerli üretime geçişi, teknoloji tabanlı yatırımları teşvik etmesi ve hukuki öngörülebilirliği artırması gerekmektedir. Ayrıca tasarruf oranlarını yükseltmek ve yerli sermayeyi güçlendirmek, dış sermayeye bağımlılığı azaltarak daha dengeli bir sermaye yapısı oluşturabilir. Son yıllarda yenilenebilir enerji, savunma sanayi ve dijital dönüşüm alanlarında atılan adımlar bu açıdan önemli bir başlangıçtır.

Sonuç: Sermayeyi tutmak, çekmekten daha değerlidir

Ekonomik büyüme, yalnızca sermaye akışlarını artırmakla değil, o sermayeyi uzun vadede üretken biçimde kullanmakla mümkündür. Sermayenin kalıcılığı, sürdürülebilir büyümenin, teknolojik ilerlemenin ve toplumsal refahın temelidir. Bu nedenle ülkeler, sermayeyi çekmeye yönelik kısa vadeli önlemler yerine, onu ülkede tutacak uzun vadeli yapısal reformlara yönelmelidir.

Sermayeyi tutabilen bir ekonomi, dalgalı denizlerde bile rotasını kaybetmez. Çünkü kalıcı sermaye, yalnızca bir finansal güç unsuru değil, aynı zamanda ulusal iradenin, ekonomik bağımsızlığın ve toplumsal refahın teminatıdır. Uzun vadeli düşünmeyi başaran ülkeler, küresel rekabetin içinde sermayenin değil, aklın ve güvenin kazandığı bir ekonomi modeline ulaşabilir.

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist-Yazar

Zaferozcivan59@gmail.com